Moldova yönünü Batı’ya mı çevirdi?

Doğu Avrupa’da Romanya ile Ukrayna arasında konumlanmış eski bir Sovyet cumhuriyeti olan Moldova geçtiğimiz günlerde devlet başkanlığı seçimlerine sahne oldu. Her dört yılda bir yapılan ve doğrudan halk oyuna müracaat anlamına gelen seçimler, yarı başkanlık sistemiyle yönetilen ve anayasa gereği seçilen devlet başkanının iki dönemden fazla görev yapamadığı Moldova’da yeni bir ismi başkanlık koltuğuna taşıdı. Seçim sistemine göre, ilk turda salt çoğunluğu sağlayan ismin seçilmesi gerekiyor. İlk turda hiçbir adayın bu oranı yakalayamaması üzerine ikinci tura gidilen seçimlerde, eski Başbakan Maia Sandu oyların yüzde 57,7’sini alarak sürecin galibi oldu. Ne var ki Moldova’da yapılan bu seçim yalnızca “halkın tercihi” olması hasebiyle değil, aynı zamanda ülkenin karşı karşıya olduğu jeopolitik sıkışmışlık nedeniyle de önemli bir değişime işaret ediyor.

Moldova’daki toplumsal/siyasal kutuplaşma yalnızca siyasal aktörler ekseninde görülen bir durum değil. Zira Transdinyester özelinde görülen siyasal ayrılıkçılık ve bu bölgede kurgulanmış olan de facto bağımsız siyasal yapı, gerek Rusya ile olan ilişkileri gerekse de dış politika kararlarını ve hatta seçimleri de etkileyen en temel gerçeklik haline gelmiş bulunuyor.

Kişinev’deki devlet başkanlığı koltuğunda 2016’dan bu yana, ülkenin en güçlü siyasi partisi olan Sosyalist Parti liderliğinden devlet başkanlığı koltuğuna geçiş yapmış Igor Dodon bulunuyordu. Dodon ve Sosyalist Parti, Rusya’nın çıkarlarını yansıtan ve dış politika yaklaşımı hususunda da Moskova’nın taleplerine ve önceliklerine uygun bir anlayışı kurgulamayı öncelik olarak gören bir yaklaşıma sahip. Nitekim Dodon birçok kez Vladimir Putin’i öven ve onun devlet yönetimi anlayışını örnek aldığını ifade eden bir lider. Başkanlığı boyunca Rusya’yı birçok kez ziyaret eden ve aldığı kararlarda Moskova’nın verdiği sinyalleri ciddiyetle takip ettiği görülen Dodon, Moskova’nın önceliklerinden biri olan, Avrasya Ekonomik Birliği’ne ülkesini üye yapma hususunda ise başarılı olamadı. Zira Moldova toplumu Avrupa Birliği (AB) ve Rusya ekseninde kutuplaşmış durumda ve bu durum, ülkenin NATO üyeliği hususunda da adım atmasını engelliyor. Moldova’daki toplumsal/siyasal kutuplaşma yalnızca siyasal aktörler ekseninde görülen bir durum değil. Zira Transdinyester özelinde görülen siyasal ayrılıkçılık ve bu bölgede kurgulanmış olan de facto bağımsız siyasal yapı, gerek Rusya ile olan ilişkileri gerekse de dış politika kararlarını ve hatta seçimleri de etkileyen en temel gerçeklik haline gelmiş bulunuyor.

Dinyester nehrinin doğusunda, Ukrayna’ya bitişik dar bir toprak şeridini ifade eden Transdinyester, SSCB döneminde kurgulanmış sanayi altyapısı ve Slav (Rus ve Ukraynalı) ağırlıklı çok etnisiteli toplumsal görünümüyle Moldova’nın geri kalanından farklılaşır. Nitekim bu farklılaşma, Moldova’nın devlet kimliğine, toplumsal tercihlerine ve geleceğine ilişkin yaklaşım farkı çerçevesinde tırmandı ve 1992’de yaşanan bir iç savaşla Transdinyester üzerindeki Moldova nüfuzu son buldu. Bu iç savaş esnasında ve sonrasında Tiraspol merkezli Transdinyester’in koruyucusu Rusya oldu. Rusya, ateşkes hükümleri gereği Dinyester nehri çevresine “barış gücü” adı altında yerleştirdiği askerleriyle bölünmüşlüğü garanti altına alıp siyasal ayrılıkçılığı konsolide ederken, Transdinyester’in tüm ekonomik, sosyo-kültürel ve siyasal kararlarını denetleyen esas unsur haline geldi. Üstelik Transdinyester’deki ayrılıkçılığı Moldova hükümetine karşı kullanmak ve Kişinev’in dış politika alanında atacağı adımları, AB ve NATO üyeliği hedefine yaslanan kararları da engelleyebilme fırsatına kavuştu.

Transdinyester’deki ayrılıkçılığın Moldova’nın “Avrupalı” geleceğini zehirlediğini gören Sandu, seçimlerin ardından yaptığı konuşmanın bir kısmını Rusça yaparak bu bölgeye de seslendi ve birleştirici bir lider imgesi oluşturarak bölge halkının güvenini kazanmaya çalıştı.

İşte Igor Dodon ve ülkenin an itibarıyla en güçlü partisi konumundaki Sosyalist Parti, Rusya’nın Moldova özelindeki bu düşüncelerinin temsilcisi olan siyasal aktörler olarak görülmekteler. Seçimleri kazanan ve ülkenin ilk kadın devlet başkanı olacak olan Maia Sandu ise liberal bir çizgide politika yürüten ve Rusya’ya mesafeli duran bir politikacı. Eski bir Dünya Bankası uzmanı olan Sandu, partisi Eylem ve Dayanışma ile son dönem Moldova siyasetinde önemli bir yer edindi. Hatta 2019 yılı içerisinde Dodon’un partisi olarak bilinen Sosyalist Parti ile liberal ve AB ile yakınlaşma yanlısı (Sandu’nun partisi) Eylem ve Dayanışma ve (Andrey Nastase’nin partisi) Haysiyet ve Gerçekler Platformu’ndan oluşan ACUM Bloğu arasında kurulan kısa süreli koalisyon hükümetinde başbakan olarak da yer aldı. Maia Sandu 2016’daki devlet başkanlığı seçimlerinde de Dodon ile yarışmış ve Dodon o seçimlerde Sandu’yu yüzde 57’lik bir oy oranıyla mağlup etmişti.

Maia Sandu liberal bir politikacı. Yani Moldova’nın Batı ile yakınlaşmasından, özgürlük alanının genişletilmesi ve yolsuzluklarla mücadelenin yanı sıra, temel haklar ve yargı hususunda da bir reform sürecinin başlatılmasından yana. Transdinyester’deki ayrılıkçılığın Moldova’nın “Avrupalı” geleceğini zehirlediğini gören Sandu, seçimlerin ardından yaptığı konuşmanın bir kısmını Rusça yaparak bu bölgeye de seslendi ve birleştirici bir lider imgesi oluşturarak bölge halkının güvenini kazanmaya çalıştı. Sandu konuşmasında, AB’ye yakınlaşma yönünde adımlar atılacağı hususunda simgesel cümleler kurmakla birlikte, Rusya’yı asla karşılarına almayacaklarını ve “ortak çıkarlar” ekseninde Moskova ile de işbirliğini sürdüreceğini açıkladı.

Ne var ki Maia Sandu’nun işi hiç de kolay olmayacak. Zira ülke ekonomik olarak çok zor bir durumda. Pandemi süreci ise zaten kötü bir durumda olan Moldova ekonomisini iyice diplere sürükledi. Sandu ekonomik meselelere ilişkin yardım alabilmek için AB ile yakınlaşmayı düşünürse karşısına Rusya çıkacaktır. Nitekim Rusya, yakın çevresinde yer alan ve Avrasya Ekonomik Birliği içinde düşündüğü bir aktörün AB’ye yaklaşmasını kabul etmek istemeyecektir. Moskova Sandu’yu kendi istediği şekilde politika izlemeye ikna edemezse, Transdinyester kozunu bir kez daha kullanabilir. Nitekim Tiraspol, 2014’te Kırım’ın ilhakı sürecinde, Transdinyester’in de Rusya tarafından ilhak edilmesini isteyen bir referanduma imza attı. Fakat Rusya bu adımı atmadı. Zira Transdinyester’in Moldova’da kalması, Rusya’nın her daim Kişinev’in dış politikasını yönlendirebilmesi ya da etkileyebilmesi anlamına geliyor.

Özellikle Avrupa’da yaşayan Moldovalılar seçimlere büyük bir katılım gösterdi (toplam oyun yüzde 15’i) ve çok büyük bir çoğunlukla da AB yanlısı olarak gördükleri Sandu’ya oy verdiler. Toplam katılımın yüzde 50’lerde kaldığı bir seçimde Avrupa’dan gelen bu destek Sandu adına kritik bir destek oldu.

Ayrıca Rusya için, Moldova özelinde kullanılabilecek bir diğer koz da Gagavuz Yeri Özerk Bölgesi’dir. Ortodoks Hıristiyan Gagavuz Türklerinin yurdu olarak bilinen bu bölge, Moldova anayasasınca “özerk bölge” olarak kurgulanmıştır. Ne var ki Gagavuz Türklerinden oluşan bölge halkı, gerek SSCB döneminden kalma ekonomik ve kültürel bağlar, gerekse de Moldova’nın kötü ekonomik durumundan dolayı, iş için Rusya’ya giden büyük bir nüfusa sahip. Bu bağlamda, Gagavuz Yeri Özerk Bölgesi’nin siyasal eğilimi Rusya’yı gösteriyor. Hatta bölgenin lideri Irina Vlah pek çok konuşmasında Rusya’ya olan yakınlıklarını gösteren ifadeler kullanmakta.

2020 devlet başkanlığı seçimlerinde, Transdinyester ve Gagavuz Yeri Özerk Bölgesi’nden gelen oyların genel kompozisyonu incelendiğinde, Rusya’nın etkisi açık bir biçimde görülüyor. Nitekim seçimi kaybeden Igor Dodon her iki bölgeden de çok büyük bir destek aldı. Hatta Dodon’un seçimlere hile karıştırmak istediğine ve Transdinyester’den binlerce kişinin oy sandıklarına “sorgusuz-sualsiz” taşınmak istendiğine ilişkin haberler de yayımlandı. Maia Sandu ise Avrupa ülkelerinde yaşayan ya da çalışan Moldova diasporasının ve hatta Romanya ile birleşme yanlısı Rumen milliyetçilerinin dahi desteğini alarak geniş bir oy tabanına ulaşabilmeyi başardı. Rusya karşıtlığı bu tabanın oluşumunda önemli bir işlev gördü. Özellikle Avrupa’da yaşayan Moldovalılar seçimlere büyük bir katılım gösterdi (toplam oyun yüzde 15’i) ve çok büyük bir çoğunlukla da AB yanlısı olarak gördükleri Sandu’ya oy verdiler. Toplam katılımın yüzde 50’lerde kaldığı bir seçimde Avrupa’dan gelen bu destek Sandu adına kritik bir destek oldu. Ayrıca seçimlerin ilk turunda yarışan Renato Usati (yüzde 16,9), Andrei Nastase (yüzde 3,2), Octavian Ticu (yüzde 2), Tudor Deliu (yüzde 1,3) ve Dorin Chirtoaca (yüzde 1,2) gibi adayların ikinci turda Dodon’u değil Sandu’yu desteklemesi de onun seçimleri kazanmasında önemli bir rol oynadı.

Yeni Başkan Sandu’nun önümüzdeki dönemde karşılaşacağı ilk zorluk, kendisiyle uyumlu olmayan hükümet olacaktır. Zira yarı başkanlık sistemiyle yönetilen bu ülkede, devlet başkanı ile başbakan arasındaki uyum çok kritik bir önem taşıyor. Üstelik bugünkü hükümet de Sosyalist Parti’nin güdümünde. Bu bağlamda, orta vadede bir parlamento seçiminin gerçekleşmesi beklenebilir. Bu seçimden Sandu’ya yakın görüşte bir çoğunluk çıkması ve hükümeti kurması durumunda, iç siyasal gelişmeleri yönlendirebilme açısından Sandu’nun işi kolaylaşabilir. Ne var ki henüz parlamento seçimleri yapılması yönünde bir karar alınmış değil.

Rusya, daha ilk günden Moldova üzerindeki etkinliğinin altını çizen ve Rusya’nın Moldova’daki çıkarlarını hatırlatan ve Sandu’nun AB ve belki de NATO yolunda atacağı ya da atmak isteyeceği adımları yakından takip edeceğini gösteren bir tavır ortaya koydu. Bu durum ortadayken Sandu’nun her yönüyle Batı yanlısı bir tutum sergileyeceğini düşünmek pek de mümkün görünmüyor.

Maia Sandu’nun ikinci önemli açmazı ise AB ile yakınlaşma sürecini başlatırken Rusya’yı ürkütmemek olacaktır. Bu durum, kim olursa olsun, tüm Moldova liderlerinin yaşayabileceği en büyük problem ve henüz çözümü bulunabilmiş değil. Nitekim Rusya’yı tamamen gözden çıkarıp Batı’ya dönüldüğü takdirde, çok büyük bir ihtimalle Transdinyester’in Rusya’ya ilhakı söz konusu olacak, hatta Gagavuz Yeri Özerk Bölgesi dahi aynı yolu izlemek isteyebilecektir. Ayrıca Transdinyester’in tüketimi de dahil olmak üzere, Moldova’nın Rusya’ya milyarlarca doları bulan gaz borcu bulunuyor. Ülke doğalgaz ihtiyacı hususunda tamamen Rusya’ya bağımlı. Moldova’nın en önemli ihraç ürünleri olan meyve-sebze ve şarabın da en önemli pazarı Rusya. Ülkenin bütünlüğünü koruyarak Rusya’yı gözden çıkarmak pek mümkün görünmediği gibi, Moldova’nın ekonomik anlamda da Rusya’ya ciddi bir bağımlılığı bulunmakta. Sandu bir yandan da, ülkenin bağımsızlığının ilk günlerinden bu yana belli bir tabanı bulunan Romanya ile birleşme yanlısı Rumen milliyetçileriyle de iyi ilişkiler geliştirmek zorunda. Zira bu kesim seçimlerin ikinci turunda Sandu’ya oy verdi. Sandu yeniden seçilmek istiyorsa, bu kesimin oylarını da kendi şahsında toplamak zorunda.

Zaferinden dolayı Maia Sandu’yu ilk kutlayanlar Romanya’nın devlet ve hükümet başkanları oldu. Ayrıca AB liderleri ve Brüksel’den de tebrik mesajları aldı. Siyasal eğilimi düşünüldüğünde, bu son derece doğal bir durum. İlginçtir ki Rusya Devlet Başkanı Putin de Sandu’yu tebrik eden ve onun liderliği döneminde de Moldova-Rusya ilişkilerinin yakın bir işbirliği çerçevesinde şekilleneceğini düşündüğünü belirten bir mesaj yayımladı. Böylece Rusya, daha ilk günden Moldova üzerindeki etkinliğinin altını çizen ve Rusya’nın Moldova’daki çıkarlarını hatırlatan ve Sandu’nun AB ve belki de NATO yolunda atacağı ya da atmak isteyeceği adımları yakından takip edeceğini gösteren bir tavır ortaya koydu. Bu durum ortadayken Sandu’nun her yönüyle Batı yanlısı bir tutum sergileyeceğini düşünmek pek de mümkün görünmüyor.

Sandu döneminde eski Başkan Dodon ve Sosyalistlerin geri plana çekileceğini de iddia etmek pek mümkün değil. Zira ülkedeki ekonomik sıkıntıların devam etmesi ve pandemi sürecine paralel olarak daha da artan işsizlik oranının en temel mesele olarak kalması olası. Ayrıca Transdinyester özelindeki ayrılıkçılık ve bu ayrılıkçılığın Rusya tarafından destekleniyor olması, Sandu’yu AB ile yakınlaşma hususunda ikircikli bir tutum takınmaya itebilir. Her şeyden önce, mevcut hükümeti değiştirecek Batı taraftarı bir parlamenter çoğunluğun oluşması gerektiğini, bunun için de yeni bir parlamento seçimine ihtiyaç duyulacağını daha önce de belirtmiştik. Nitekim Brüksel’den gelen ilk tepki ve mesajlar, Sandu’nun kazanmasından memnuniyet duyulduğunu gösteriyor. Fakat hem Kişinev’in Rusya’ya olan siyasal bağımlılığı hem Moldova siyasetine egemen olan Batı yanlılığı/Rusya yanlılığı ekseninde görülen kutuplaşma hem de AB’nin Doğu Avrupa’ya yönelik genişleme ilgisini önemli oranda yitirmiş olması nedeniyle, bu mesajların tonunun ya da içeriğinin pek de güçlü olmadığı söylenebilir. Hatta Putin’in Sandu’yu tebrik eden mesajının ülke gündeminde ve uluslararası çevrelerde daha fazla yankı bulduğu da ifade edilebilir. Bu durum, AB’nin daha önce gerçekleştirdiği Orta ve Doğu Avrupa genişlemeleri sonrası beliren birlik içerisindeki huzursuzluk ve entegrasyon odaklı problemlerle de yakından ilgili. Her ne kadar Moldova’nın AB’ye üye olması beklenmese de, Brüksel’in daha önce bölgeye yaptığı açılımların ardından birlik içinde “çift vitesli” bir görünümün hâkim olması önemli bir mesele. Yani eski üyelerle, birliğe 2000 yılından sonra katılan ve büyük bölümü eski Doğu Bloğu’nun parçası olmuş ülkeler arasında beliren ekonomik, sosyal ve idari gelişmişlik farkının (özellikle Macaristan, Polonya, Romanya ve Bulgaristan gibi ülkeler özelinde) gözler önüne serilen büyük çaplı sorunlara yol açmış olması, Brüksel’i Moldova hususunda da çekinceli davranmaya itiyor.

AB ile Rusya arasındaki yakınlaşma hususunda problem doğurma ihtimali olan en kritik husus ise ABD’nin yeni başkanı Joe Biden’ın Rusya’yı tehdit olarak gören ve Moskova’yı dışlayan tutumu olacaktır. Biden’ın Kongre üyesi olarak geçmişi, söylemleri ve daha önce başkan yardımcısı olarak görev yaptığı Obama hükümetlerinin Rusya özelinde izlediği politikalar, önümüzdeki dönemde ABD-Rusya ilişkilerinde gerginliğin hüküm süreceğine ilişkin bir beklenti yaratmakta.

Maia Sandu her ne kadar NATO üyeliği hedefinden bahsetmiyor olsa da AB özelinde bu konu da tartışmaya açılıyor. Rusya’nın, “yakın çevresi” olarak değerlendirdiği ve “güvenlik alanı” olarak ilan ederek tehdit algısı geliştirdiği Moldova gibi ülkelere entegre olmak, AB’nin, genel itibarıyla NATO üyeliğine paralel olarak ortaya koyduğu bir tavır. Ne var ki Sandu, Transdinyester özelindeki ayrılıkçılık sürerken ve bu hususta Rusya’nın tavrı ortadayken, NATO özelinde bir adım atmaması gerektiğini görecek kadar pragmatist bir siyasetçi. Ayrıca, daha önce de belirttiğimiz üzere, Gagavuzlar ve Sosyalist Parti destekçileri de NATO üyeliğine karşı. Böyle bir durum ortadayken ve özellikle son yıllarda Doğu Avrupa özelinde Rusya ile NATO arasındaki gerginliğin tırmandığı da bilinen bir husus iken (özellikle Polonya, Çekya ve Baltık ülkeleri ekseninde yaşanan askeri üs ve füze sistemleri konuşlandırma krizleri ile hava sahası problemleri zikredilebilir), AB’nin Moldova özelinde NATO’yu beklemesi ve iki aktörün birbirine paralel hareket etmesinin imkânı bulunmuyor. Bu bağlamda, hem kendisi açısından hem de Sandu’nun hamleleri bağlamında NATO desteğine yaslanamayacak bir Brüksel’in, Rusya’nın etkinliğinin bu denli açık olduğu bir ülkeye fazlaca yakınlaşabilmesi pek de mümkün görünmüyor.

Maia Sandu’nun liberal ve Batı yanlısı tutumunu önümüzdeki dönemde siyasete ne denli yansıtabileceği Moldova adına kritik önem taşıyor. Eğer kendisiyle uyumlu çalışabilecek bir hükümete sahip olursa, orta vadede elde edebileceği etkinlik ya da başarı, ülkedeki Rusya yanlılarını uzlaşı yolunda cesaretlendirebilir. Zira bu ülkenin ihtiyaç duyduğu en önemli unsur, ekonomik bir başarı hikayesi yazabilmek ve bunun topluma da yansıması olanağına kavuşabilmektir. Ne var ki Rusya her daim bir iç politika unsuru olarak kalacaktır. Zira Transdinyester meselesi kısa vadede çözülebilecek gibi görünmüyor. Ayrıca çok sayıda Moldovalı da Rusya’da çalışmakta. Rusya’ya olan enerji borcunun da katlanarak arttığı dikkate alındığında, Sandu’nun yakın durduğu Batı ile Rusya arasında yaşanabilecek bir yakınlaşma sürecinin, en çok Moldova’ya yarayacağı da görülebiliyor. AB ile Rusya arasındaki yakınlaşma hususunda problem doğurma ihtimali olan en kritik husus ise ABD’nin yeni başkanı Joe Biden’ın Rusya’yı tehdit olarak gören ve Moskova’yı dışlayan tutumu olacaktır. Biden’ın Kongre üyesi olarak geçmişi, söylemleri ve daha önce başkan yardımcısı olarak görev yaptığı Obama hükümetlerinin Rusya özelinde izlediği politikalar, önümüzdeki dönemde ABD-Rusya ilişkilerinde gerginliğin hüküm süreceğine ilişkin bir beklenti yaratmakta. Hatta Putin daha şimdiden bu hususun altını çizen bir tavır içinde. Bu bağlamda, Sandu’nun başkanlık döneminde Batı’ya entegre bir Moldova oluşturabilme yönünde atılacak adımların başarı ihtimali pek de yüksek görünmüyor.

[Doç. Dr. Göktürk Tüysüzoğlu Giresun Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesidir]

BY ANADOLU AGENCY