Küresel Ekonominin “Tedarik Üssü” Türkiye

Yeni nesil bir milli ekonominin inşasına hız veren Cumhurbaşkanlığı Kabinesi, yüksek teknolojiye dayalı hamleleri de hızlandırmış durumda. Küresel sanayi üretiminde dünyanın iddialı “üretim üssü” konumunda olan Türkiye’nin, küresel tedarik zincirindeki payını arttırması, Türkiye ekonomisine hem ihracat geliri artışı hem de katma değer artışı olarak dönecek.

17. yüzyılın sonlarına doğru dünya yüzölçümünün yüzde 3.5’ine ulaşan Osmanlı İmparatorluğu, dünya milli gelirinin de yüzde 6’sını üretmekteydi. Aralarında Çin, Hindistan gibi “üçüncü dünya ülkeleri” arasında yer alan Osmanlı İmparatorluğu, üç kıtadaki topraklarıyla önemli bir katma değer üretimi gerçekleştiriyordu. Bu dönemde, “üçüncü dünya” olarak adlandırılan ülkeler grubu dünya milli gelirinin yüzde 70’inden fazlasını üretmekteydi. Ancak Birinci ve İkinci Sanayi Devrimi süreçleri sonrasında, üçüncü dünya olarak adlandırılan ülkelerin dünya milli gelirindeki ağırlığı yüzde 11’e kadar gerilerken, Osmanlı’nın payı da yüzde 1’in altına gerilemişti.

1913’te, Birinci Dünya Savaşı’nın hemen öncesinde, 1990 fiyatlarıyla, Osmanlı İmparatorluğu’nun ürettiği Gayri Safi Yurt İçi Hasıla (GSYH) 26.4 milyar dolar düzeyindeydi. Bu dönemde, dünyanın toplam milli geliri 4.7 trilyon doları geçmişti. Osmanlı’nın Birinci Dünya Savaşı sonrasında dünya milli gelirindeki payı yüzde 0.5’e kadar gerilemişti. Oysa sanayi devrimlerinin başlangıç döneminde, 19. yüzyılın hemen başlarında dünya ekonomisindeki ağırlığı yüzde 3’tü. Bir asır içinde dünya ekonomisindeki ağırlığını üçte iki oranında kaybetmişti. Cumhuriyet’in 97 yılını geride bıraktığımız bu dönem içerisinde, 1913 ile 2019 arası dünya ekonomisi 16 kat artarken, Türkiye ekonomisi 32 kat artmayı başardı.

Bu nedenle, dünya ekonomisindeki payını ikiye katlamış; 2019 itibariyle küresel milli gelirdeki payı yüzde 1 düzeyinde olan, bu payı 2023-2030 döneminde önce yüzde 1.5’e, ardından 2030-2060 döneminde yüzde 3’e, yani Osmanlı İmparatorluğu’nun 1900’lerin başındaki payına yükseltmeyi hedefleyen bir Türkiye ekonomisinden söz ediyoruz. 2030’da dünya GSYH’sindeki payını yüzde 1.5’e çıkaracak olan Türkiye’nin 1.3-1.4 trilyon dolar düzeyinde bir GSYH büyüklüğüne de ulaşması gerekiyor. Bunun anlamı, Türkiye’nin önümüzdeki 10 yılda GSYH’sini nominal olarak, cari fiyatlarla 4.7 kat büyütmesi gerektiğidir.

Vazgeçilmez “Üretim Üssü”

Bu hedef, Türkiye ekonomisinin “yüksek katma değer”e ve “yüksek teknoloji”ye odaklı bir ekonomiye dönüşmesi adına, adımlarını hızlandırmasını gerektirecek. Yeni nesil bir milli ekonominin inşasına hız vermiş olan Cumhurbaşkanlığı Kabinesi, yüksek teknolojiye dayalı hamleleri de hızlandırmış durumda. 2020 ile 2030 arasındaki dönem, pek çok gerekçeye bağlı olarak, küresel tedarik zincirinde yeni yapılanmaları, yeni arayışları hızlandıracak. Küresel sanayi üretiminde dünyanın iddialı “üretim üssü” konumunda olan Türkiye’nin, küresel tedarik zincirindeki payını arttırması, Türkiye ekonomisine hem ihracat geliri artışı hem de katma değer artışı olarak dönecek.

Nitekim, küresel tedarik zincirinde yeniden yapılanmanın tartışıldığı ve Türkiye’nin de bu yapılanmada rolünü arttıracağının değerlendirildiği bir süreçte, Türkiye ekonomisinin, dünya ekonomisinde en büyük ilk 20 ülke arasında olmasının da ötesinde, 2021 ile 2025 arası, küresel büyümeye en büyük katkıyı sağlayacak ilk 15 ülke arasında da olmayı başaracak olması kimseyi şaşırtmamalı. 2021 ile 2025 arası küresel büyümenin yüzde 1.8’i Türkiye tarafından sağlanacak. Uluslararası Para Fonu’nun detaylı çalışması çerçevesinde, bu oranla Türkiye Japonya, Brezilya, Fransa, Birleşik Krallık, Vietnam, Mısır, Güney Kore ve Meksika’dan daha önemli bir katkı sağlayacak dünya ekonomisine.

Covid-19 salgınının birinci dalgasının ardından geçtiğimiz yaz başından itibaren yayımlanan uluslararası raporlar, küresel tedarik zincirinde Asya ve Çin ağırlıklı yapının, tüm küresel şirketler ve uluslararası düzeyde üretim faaliyetlerini yürüten firmaların, ilk etapta aralarında Türkiye’nin de yer aldığı “küresel üretim üssü” unvanı taşıyan ülkelere kaydırılacağına işaret ediyor. Uzmanların görüşleri, ilk etapta yüzde 10 ile 15 aralığında bir üretim talebinin Çin ve Asya’dan, Türkiye gibi “yüksek kalitede üretim becerisi” olan ülkelere kaydırılacağı yönünde.

Nitekim, Türkiye’nin hazirandan beri tırmanışa geçen ihracat verileri, eylülde cumhuriyet tarihinin en yüksek eylül ihracat rekorunun kırılması ve ekim ihracatının da benzer bir tabloya işaret etmesi, bu durumu teyit ediyor. Türkiye, başta önemli yapı malzemeleri ve tarım ürünleri olmak üzere, dünyada ve/veya Avrupa’da önemli sayıda ürünün en büyük üreticisi ve dünya ekonomisi için tedarikçisi konumunda olan bir ülkedir.

Önümüzdeki dönemde, savunma-güvenlik, makine, yazılım, enerji gibi kilogram başına katma değeri yüksek ürünlerde de ürün ve ürünün üretiminde kullanılan ‘”yerli-milli” teknolojinin de ihracatını gerçekleştirecek olan Türkiye, bu sayede küresel ticarette yüzde 0.8 ile 1 aralığında olan payını, ağırlığını 2030’da yüzde 1.5’e taşıyacak. Bunun anlamı, 1.3-1.4 trilyon dolara ulaşması hedeflenen milli gelirden 350 milyar doların üzerinde bir ihracat yapılması, ihracat hacmimizin 10 yılda ikiye katlanması demektir.

Deniz Ticareti

“Milli Tabanlı” Eksen Konumlanması

Tüm bu tartışmaların ortasında küresel ekonomi-politik sistem, bir yandan da, Atlantik ile Asya-Pasifik arasındaki sıklet, ağırlık merkezi değişimini, dünyanın ağırlık merkezinin batıdan doğuya kayışını dikkatle takip ediyor. Bu süreç, ilk etapta önümüzdeki 10 yılda, sonrasında 25 yıllık bir dönem içerisinde, dünyanın bugüne kadar ezberlenmiş olan “güç merkezleri”nde önemli adres değişikliklerine yol açacak. En temel örnek, Avrupa Kıtası’nın söz konusu güç merkezi adres değişikliğinden en geniş ve en olumsuz etkilenecek coğrafi alan olacağı gerçeğidir.

Uluslararası pek çok kurum tarafından gerçekleştirilen 2030’a yönelik projeksiyonlar, dünyanın önde gelen ülkelerine yönelik ilk 10 sıralamasında artık tek bir Avrupa ülkesinin kalacağına; gelişmekte olan ülkeler coğrafyasından, Asya’da 3, Avrasya’da 2, Afrika ve Latin Amerika’da ise birer ülkenin dünyanın önde gelen ilk 10 ekonomisi arasında yer alacaklarına işaret etmekte. Küresel güç sıralamasındaki bu değişimin ülkeler açısından sacayaklarını ise bilgi, enerji ve savunma alanında “kendi kendine yetebilen ülke” olma özelliği şekillendirecek, perçinleyecek.

Dijitalleşen bir dünyada, mobil teknolojiler, yapay zeka teknolojileri, büyük veri teknolojileri, akıllı teknolojiler alanında kendi yazılım ve donanımını yapabilen bir ülke olmak; enerji alanında yenilenebilir enerji, hidrokarbon imkanlarına dayalı enerji ve nükleer enerji alanlarında kendi teknolojisini üreten ve zenginleştirilmiş, çeşitlendirilmiş bir enerji arz güvenliği stratejisi oluşturmuş bir ülke olmak; savunma ve güvenlik teknolojilerinde hem yazılım hem mühimmat hem de savunma platformları açısından kendi kendine yetebilen ülke olmak, söz konusu ülkeyi yeni “küresel ekonomi-politik düzen”in güç merkezi konumuna taşıyacak, hiç kuşkusuz.

Türkiye, bu süreçte, yukarıda ifade ettiğim 3 stratejik ve vazgeçilmez alanda yürüttüğü kritik önemdeki projeler ve başarılarıyla, Avrasya’nın yeni “ekseni”, yeni “güç merkezi”, yeni “çekim merkezi” olarak küresel sistemdeki yükselişini aralıksız olarak sürdürecek 8 gelişmekte olan ülke arasındaki konumunu perçinlemiş bir ülkedir. Sakarya Havzası’ndaki 405 milyar metreküplük son “dev keşif” ve takip edecek olan diğer hidrokarbon keşifleri, bilgi-enerji-savunma üçlü sacayakları açısından, “milli tabanlı” “yeni eksen” konumlandırması boyutunda, Türkiye’nin elini güçlendirecek önemli bir keşiftir.

Türkiye, “bilgi gücü”, “enerji gücü” ve “savunma gücü” boyutunda yüksek teknoloji üreten, kendi kendine yetebilen ve bu 3 stratejik alandaki mal ve hizmetlerin küresel anlamda fiyatlarını etkileyen, hatta belirleyen ülke olma hedefiyle bölgesel ve küresel ölçekte ürün arz ve talep güvenliği ile uluslararası fiyatlandırma boyutunda “belirleyici eksen” konumunu perçinlemektedir. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın konuşmalarında altını çizerek vurguladıkları hususları “milli tabanlı” eksen konumlanması olarak okumayı başaranlar, önümüzdeki 10 yılda gerçekleştirdikleri yatırımların geri dönüşleriyle Türkiye’nin “paha biçilmez” değerini bir kez daha idrak etmiş olacaklar.

Berat Albayrak
Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak, “Farklı siyasi saiklerle bir olup ‘battık, bittik’ yaygarasıyla algı oluşturmaya çalışanlara inat, ekonomimize güven artıyor” açıklamasında bulundu.

2020 ve 2021’de Türkiye “Ayrışan” Bir Başarı Yakalayacak

Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) tarafından açıklanan ağustos sanayi üretimi, beklentilerin üzerinde bir performansla, yılın üçüncü çeyreğinde Türkiye ekonomisinin en az yüzde 5 ve üzeri bir büyüme performansı yakalamış olabileceğine işaret ediyor. Geçen yılın aynı ayına göre yüzde 10.4’lük artış Türkiye’yi sanayi üretiminde Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Örgütü (OECD) üyesi ülkeler arasında birinci, dünya genelinde ikinci sıraya taşıdı. Bu veriler, perakende satış hacminde yine ağustosta yakalanan yüzde 5.8’lik artışla ve sektörel ciro endeksindeki yüzde 23.5’lik artışla, Türkiye’nin “yeni nesil Milli Ekonomi” inşasının güçlü bir şekilde devam ettiğini teyit ediyor.

Hizmetler sektöründeki yüzde 5.2’lik daralmaya karşılık, bir önceki yılın aynı dönemine göre sanayi sektöründeki yüzde 29.4’lük, inşaat sektöründeki yüzde 5.8’lik ve ticaret sektöründeki yüzde 32.8’lik artış, küresel salgının dünya ekonomisine verdiği ağır zararın bilançosunun her ülkede, her coğrafyada dikkatle takip edildiği bir konjonktürde, Türkiye’yi pozitif ayrıştıran bir tablodur. Bu tablo, geçtiğimiz mart sonundan itibaren, Ekonomi Yönetimi’nin reel sektörü ve istihdamı desteklemek, ayakta tutmak amacıyla ardı ardına aldığı kapsamlı tedbirlerin pozitif sonuç verdiğini gösteriyor.

Sektörlerin ve şirketlerin ciro performansı analiz edilirken, sadece yıllıklandırılmış enflasyon değil aynı zamanda GSYH reel büyüme oranı beklentisi de dikkate alınır. 2020 için cirosunu geçen yıla göre yüzde 12.5 arttırabilmiş bir firma veya sektör, pandemiye rağmen 2019 cirosunu koruyabilmiş demektir. Bu durumda, sanayi ve ticaret sektörlerinin yüzde 12.5’in 2, hatta 2.5 katından bile fazla ciro artış oranı yakalamış olmaları, bir tarafta şirketlerimizin, bir tarafta da seri ve aralıksız tedbirlerle firmalarımızın ayakta kalmasını sağlayan Ekonomi Yönetimi’nin tartışılmaz başarısıdır.

Uluslararası ekonomi çevrelerinin yayımlanmış analizleri ve raporları, Çin, Endonezya, Hindistan ve Güney Kore’nin ardından, 2019’a göre, 2021 ve 2022’de ekonomisi en hızlı toparlanması beklenen beşinci ülkenin Türkiye olduğuna işaret ediyor. Bu durumda, üçüncü çeyrekte Türkiye’nin yüzde 5 ile 6 arasında bir büyüme yakalaması, son çeyrekte hiç büyüme olmasa bile, 2021-2023 dönemini kapsayan YEP’de işaret edilen yüzde 0,3 yıl sonu büyüme oranı beklentisini yakalamanın güçlü bir olasılık olduğuna işaret etmekte.

Gerek, imalat sanayinin nabzını tutan Reel Kesim Güven Endeksi’ndeki ana ve alt göstergelerin tümünün güçlü bir “V tipi” toparlanmaya işaret etmeyi sürdürdüğü; hizmet, perakende ticaret ve inşaat sektörlerindeki pozitif toparlanmanın devam ettiği; imalat sanayindeki kapasite kullanımının yükselişini sürdürdüğü bir konjonktürde, Türkiye’nin küresel virüs salgının ortasında mal ve hizmet üretimini “durdurmamayı” başarmış ender ülkeler arasında olması, Türkiye ekonomisinin küresel tedarik zincirinde “güvenilir liman tedarikçi ülke” konumunu daha da perçinlemiş durumda. Bu nedenle, uluslararası sistemden akmaya devam edecek yeni siparişlerle, 2020’nin son 6 ayında ve bilhassa 2021’in ilk 6 ayında ihracatın büyümeye pozitif bir katkıda bulunduğuna birlikte şahit olacağız.

Tam Bağımsız Milli Ekonomi

Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın 2 yıldır üstlenmiş olduğu, adeta “tarihi” olarak ifade edebileceğimiz görev, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın liderliği ve vizyonunda, cumhuriyet tarihinde ilk kez, tam da ifadenin hakkını vererek “Tam Bağımsız” bir “Milli Ekonomi” inşa etmek olarak tanımlanabilir. Tam bağımsız bir milli ekonomiden kast edilen, tabi ki 1950’lerin, 60’ların, hatta 70’lerin anlayışı değil hiç kuşkusuz. Çünkü, o dönemde bu ifadelerden anlaşılan kamu ağırlıklı, sabit kur sistemine dayalı, ithal ikameci, sınırlı özel sektörün “gümrük duvarları” ile korunduğu; sadece İstanbul’un “kalkındığı” bir ekonomik anlayıştı.

19. kuruluş yıldönümünü kutlayan AK Parti’nin, lideri Cumhurbaşkanı Erdoğan ile başardığı “zihinsel dönüşüm” ise “21. yüzyıl” Türkiye’si için “gerçek” bir “sivilleşme” ve “demokratikleşme” hareketidir. “Halka rağmen değil, halkla birlikte demokratikleşme” olarak tanımlayabileceğimiz bu “zihinsel dönüşüm”ün kritik önemde bir aşaması ise “halka rağmen değil, halkla birlikte yeni bir milli ekonominin inşası”. Anadolu sermayesinin dünyayla entegrasyonuna, teknoloji üreten, inovatif bir özel sektöre, Türkiye’nin ticaret diplomasisinin saha neferleri olan mal ve hizmet ihracatçılarımız için “yüksek kalite”de ve “sürdürülebilir” rekabet becerisine dayalı bir yeni nesil milli ekonominin inşasıdır.

“Tam Bağımsız Milli Ekonomi”den kast edilen, hiç şüphesiz ki, dünya ekonomisinden ve küresel ticaretten kendini soyutlamış, uluslararası sermayeye kapılarını kapatmış bir ekonomi değil. Tersine, Türkiye’yi, üretim imkan ve kabiliyetleri ile dünyanın daha da vazgeçilmez “güvenilir liman” tedarikçi ülkesi konumuna taşıyacak; doğrudan yabancı sermaye yatırımlarını “greenfield”, yani ülkeye yeni fabrika ve tesis kazandıracak şekilde, 30 ile 40 milyar dolar düzeyine taşıyacak yeni bir “çekim merkezi” olmaya taşıyacak; Türkiye ekonomisi için fiyat istikrarına, finansal istikrara ve gerçek manada rekabetçi kur’a dayalı “yeni nesil” bir ekonomi. Sürdürülebilir gelir artışına, yüksek verimliliğe ve gerçek manada bir “gelir adaleti”ne dayalı bir “Milli Ekonomi”.

Türkiye ekonomisi için dış finansman ihtiyacının azaltıldığı, ihtiyacın “sıcak para”yla değil, doğrudan yatırımlarla karşılandığı, yerli tasarrufların güçlendirildiği, para piyasalarının yanı sıra, sermaye piyasalarının da yeterince derinleştiği, özel sektör yatırımlarının çeşitlendirilmiş uzun vadeli kaynaklarla desteklendiği, İstanbul’un dünyanın önde gelen bölgesel ve küresel finans merkezlerinden birisine dönüştüğü yeni nesil bir “Milli Ekonomi”.

Bakan Albayrak, bu derece iddialı ve köklü bir ekonomik dönüşüm için 2 yıldır geceli gündüzlü, aralıksız çalışıyor. Son 18 yılda, yurt içi “vesayet odakları”na karşı verilen mücadelede elde edilen etkili, güçlü, “geri döndürülemez” sonuç gibi; “tam bağımsız” bir “Milli Ekonomi”, aynı zamanda Türkiye’nin küresel “vesayet odakları”na karşı da büyük bir güç tahkim etmesi anlamına gelecek. Bu “tarihi” dönüşümü birlik ve beraberlikle başaracağız

BY: kriterdergi.com